18 Ekim 2007
beceremedim
kendimi aynı anda verimsiz (çalışan olarak), yetersiz (anne olarak), tembel (eş olarak) ve boş (insan olarak) hissediyorum ve bu beni üzüyor. bari birinden biri iyi olsun dedim ben de. aralık ayında yeniden tam zamanlı çalışmaya başlıyorum.
bittabii kariyer basamaklarındaki en büyük hedefim olan ev hanımlığı hayalim hala baki.
ha bi de işe başlamadan 6 aydır düzenleyemediğim kütüphaneyi düzenlemem lazım. yumurtanın kapıya dayanmasını bekliyordum da.
17 Ekim 2007
...
Bu yeraltı zenginliği açgözlülüğü ne olacak? Bir yanda altın için ağaçlar, hayvanlar ve insanlar ölecek, öbür yanda petrol yüzünden bir sürü çocuk.
16 Ekim 2007
tatilden döndüm yorgunum
İpek gibi havanın dışında bizi babaannenin nefis yemekleri ve dedenin elinde ne varsa onunla yaptığı tasarım harikaları ağaç fırıldakları da bekliyordu. Malzemeler eski bira tenekeleri, yoğurt kapları, hurdaya çıkmış şemsiye sapı, sürpriz yumurtanın plastiği, mandal parçası, ceviz kabuğu, çikolata ambalajı, eski püskü kartonlar, plastikler, düşünmeden çöpe atılabilecek her şey. Dedenin elinde onlar artık kuş, balık ve pervane olmuş dağdan ve denizden esen rüzgara göre bir o yana dönüyorlar bir bu yana. Onlar dönerken ben çöpe attığım tüm malzemeler için üzülüyorum. Bence insanlar ikiye ayrılır, eski bir rakı şişesi kutusuna saksı gözüyle bakanlar ve bakamayanlar. Korkarım ben bakamayanlardanım. Şehir hayatından mı, tüketim ve bolluktan mı suçu kime atsam bilemedim.
Bahçedeki (ve etraftaki) turuncu ve mor çiçekleri, yasemini, küçük karanfilleri, zeytin ve çam ağaçlarını da anmadan geçmek olmaz. Zaten zeytin sevgimiz gözümüz öyle kör etti ki fidanlığın birinden “amca İstanbul’da olur di mi bu?” diye boynumuzu bükerek bir zeytin fidanı alıp geldik. Gemlik tipiymiş, olurmuş. Belli olmaz, göreceğiz. Aklımıza estiği için uğradığımız Assos’taki öğrenci grubuna bakıp ah gençlik gitti elden diye hayıflanmamı da anlatmak isterim. Kitabını birasını alan sahile inmiş, bir kısmı iki üç kafa dengiyle bitmek bilmeyen bir sohbete dalmış, fonda yumuşak rock parçaları çalıyor, güneş şahane batıyor ve HENÜZ 20 YAŞINDASIN! Çok acı (benim için)…
Fotoğrafları ekledim kendimce ama Picasa falan yükleyemedim. Biliyorum çok kötü görünüyor. Artık affola.
05 Ekim 2007
dadı - episode II
ha bu arada yol verilen ex-dadımız benim numaramı büyük bir pişkinlikle yeni başlamayı planladığı yere vermişti ya, oradan aradılar beni tabii. evdeki hesap çarşıya uymayınca dün gece ex abladan bir telefon geldi ki; zehir zemberek. bize çok hakları geçmiş, bizimse ona asla geçmemiş (boğaz tokluğuna çalıştı ya bir sene boyunca), işte o haklarını bana haram ediyormuş. bu arada ablası ile kızkardeşine de iş bulmuştum, kız kardeşini de tesadüfe bakın ki (çok benzer sebeplerden) aynı gün işten çıkarmışlar. bunun da sebebinin ben olduğumdan emin. ben bunu aklıma gelseydi bile yapmazdım ya, hadi benden bilsin. evet evet sonunda kötü biri oldum ben yaşasın!
04 Ekim 2007
dadı
şu anda üzülmemeye çalışıyorum. çocuğa 3 yıl boyunca bakan kişiyi sabit tutamadık, çuvalladık napalım. böyle pis bir şekilde bakılmasındansa varsın bakıcısı değişsin. bir de buradan tüm anne olacak veya olmuş arkadaşlara tavsiye: evde kamera bulundurun. izlemeseniz bile bulunsun. demedi demeyin sonra.
20 Eylül 2007
tahammül
veee (last but not the least) parklarda bahçelerde oynayan diğer küçük çocukların annelerine NASIL DA TAHAMMÜL EDEBİLECEĞİNİ insan anne olmadan anlayamıyor. mesela bizim sitede bir hanım var - gerçi o anne değil teyze ama olsun- derhal pedagoga götürülmesi gereken 4-5 yaşlarındaki şirret yeğeninin nasıl da bütün çocukları irrite ettiğinin, çocuğun sinir bozucu sesiyle daima çığlıklar atıp ağlayarak etrafını yönetmeye çalıştığının falan asla farkında değil. mesela o çocuğa "nolur biraz daha yavaş, bağırmasan olmaz mı?" dendiğinde bu hanım gülünç bir şekilde aslan kesilerek "ne var bi şey mi var noluyo bakiim benim yeğenime biri bi laf mı etti?" diye gözlerini belertmek suretiyle ortaya atılıyor. bırak da çocuk haksızlığa uğradıysa bile kendini savunmaya çalışsın önce. sonra yine bu şirret ufaklık (nasıl da çocuk sevmez bi tipim değil mi, napiyim ben birine kıllanınca yaşı benim için pek önem arzetmiyor) başka bir çocuğu canından bezdirene kadar "oradan geçemezsin ben kraliçeyim orası benim, git diyorum burada oynama" diye diye delirttikten sonra ezilen çocuğun kızın dandik fırıldağının köşesini üzerine şirret kız başlıyor ağlamaya. ama ne ağlamak. yarım saat falan. öyle bir yüksek perdeden boğazını patlatarak ağlıyor ki ben o noktada çocuk için üzülmeye başlıyorum. evde naptılarsa buna artık, kafayı yemiş gerçekten. neyse teyze bu olay üzerine çocuğu sakinleştirmeye falan çalışmıyor. dedektif kesilerek fırıldak aslında nasıl kırıldı sorunsalını çözmeye çalışıyor. çok önemli ya nasıl kırıldığı. şirret kız bir keresinde de bizim oğlanı oyun alanından atmaya çalışmıştı. hatta bu çabaları sırasında eğimli bir yerde düşmesine yol açtı. çok da istemedi aslında düşmesini zira benim bakışlarımdan biraz çekindiğini düşünüyorum. yine de ufaklık düştü işte. ben de "bakın bu sizden çok ufak, istediği yerde oynasın, düşürmek yok". şirretin teyzesi çemkirerek "o kendi düştü bi kere, o kendi düştü!" diye bana doğru hamle yaptı. işte o an anladım ki ben çok değişmişim. çünkü o kadına dilimin ucuna gelenlerin tekini bile söylemedim. bir an düşündüm sadece, ne olacak ki bununla dalaşsan. ya işte. eskiden olsa.
insanlarda artık acayip bir çocuğunu ne pahasına olursa olsun koruma tavrı var. çocuk ne yaparsa yapsın ama. mesela ağaç dallarına asılıp dalları kırsın, bitkileri yolsun gıkları çıkmıyor, engellemeye ya da bunun kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışmıyorlar. başka çocuklara saldırmalarına itip kakmalarına ses etmiyorlar. çocuklar ise bu sınırsız özgürlük (ya da vurdumduymazlık diyelim) sonucu daha mı sakin ya da aklı başında oluyor, hayır elbette. çoğu şımarık, ne istersem hemen olsun ve diğerlerinden bana ne mantığındalar. burada bir terslik var bence. bir dengesizlik.
paşa uyanmak üzere, ben kaçtım.
19 Eylül 2007
18 Eylül 2007
Brüksel lahanası Brüksel'den mi çıkmadır?
Oğlumla ilk defa bu kadar ayrı kaldık. Çok özledik birbirimizi tabii. İşin kötüsü gelecek hafta bir kere de Berlin’e gitmem gerekiyor. Bir enternasyonelliktir gidiyor. Sonra çok uzun süre bir yere kıpırdayacağımı sanmıyorum. Saç tıraşı oldu geçenlerde. Çocuk kuaförü sektöründe boşluk var cin iş fikri arayan arkadaşlar. İstanbul’da bir adet yer var, oldukça da pahalı, yine de işlerini iyi yapıyorlar. Biz kesemiyoruz artık, yamuk yumuk oluyor, bir de korkuyorum makasla bir sakatlık çıkacak diye. Normal kuaföre de götürmek fikri pek açmıyor-sanki ben çok gidermişim gibi…
Bu aralar okuduğum bir kitap var Jean Jacques Rousseau’nun “Emile: Bir çocuk büyüyor” kitabı, kitapta beni en çok etkileyen şey çocuğu acı çekmesini önleyerek büyütmenin onu acılarla ve zorluklara karşı tahammülsüz kıldığı ve bunların altından kalkamayacak kadar güçsüz birine dönüştüreceği fikri. Bir de çocukla çocuk olmak fikri var ki çok benimsedim, çocuğa vaktinden önce verilen disiplinin ve ihtiyaç duymadığı karmaşıklıktaki bilgileri öğretmenin gereksiz ve zararlı olduğu görüşüne de katılıyorum. Rousseau amcanın yaşadığı dönemde bu fikirleri geliştirmiş olmasına da çok şaştım kaldı feylesof işte adam. Gerçekten iyi bir kitap kitapçılarda bol miktarda bulunan kof anne-bebek/ çocuk gelişimi kitaplarıyla karşılaştırınca hakikaten bir şeyler söyleyen ve de bana hitap eden bir kitap bulduğumu düşündüm. Esasında kitabı bana tavsiye eden çift biraz egzantirikti. Kendileri ve 5 yaşındaki kızları için çok tuhaf bir Hint öğretisi çerçevesinde planlanmış bir hayat sürüyorlar, asla et yemiyorlar (bu çok tuhaf bir şey değil ama çocuğa hiç yedirmemek kısmını bir doktorla konuşmak lazım), haftanın belirli günlerinde sadece belirli şeyleri yiyorlar (mesela Salı günleri sadece bakliyat, Çarşambaları sadece fındık ceviz falan), diyet dışı bir şey ağızlarına koymuyorlar. Bu bir yetişkin için – özellikle de günün ev dışında geçiren bir yetişkin için bile çok zor bir uygulamayken ufak bir çocuğa bunu uygulatmaya çalışmaları benim “hayatla ne zorları var acaba?” diye düşünmeme yol açmıştı. Çocuğun okulu bile bu beslenme düzenini uygulayabilme kriterine göre seçildi ki, değer mi yani bu kadar diyet takıntısına kısacık hayatta dedirtiyor insana. Velhasıl çift egzantirikti dediğim gibi ama kitap tavsiyesi gayet iyi çıktı. Ufaklık da Ayla Çınaroğlu’nun Veli serisine taktı. Yasemin tavsiye etmişti. Her akşam “Belli, Belli” (Veli demek oluyor) diye onu okumam için tutturuyor. Bilinçli bir şekilde kitap seçmesini çok şeker bulmakla beraber topu topu üç kitaplık bir seri olduğu için içime fenalık gelmek üzere. Ayla Çınaroğlu hanımefendiyi (ki kendisinin küçük hayvanlar serisine de bayılıyoruz) derhal Veli serisine yeni eserler katmaya davet ediyorum. Lütfen size ihtiyacımız var.
Başka neler yapıyorum bu aralar, bahçeyle uğraşıyorum biraz. Sonbahar geliyor hafiften ama yağmur gelmiyor, mutsuzum. Bahçede işler var-her zamanki gibi, kasımpatı diktim tomurcuktalar sabırsızlanıyorum. Çim işinden umudumu kestim sonbahar yağmurlarına bel bağlamıştık, o da yok. Sararan otlara bakıp bakıp üzülüyoruz. Bu mevsimde ne eksen-diksen tutarmış, o yzden çok hevesliyiz de su yok.
Ha bi de kariyer meselesi var. Napıcaz bu kariyeri? Bir şey yapmak lazımdır kısa ve orta vadede. En gıcık konu en sona kaldı. İyi de oldu. Vaktim kalmadı dolayısıyla yine erteleyebilirim bu konuya yoğunlaşmayı. Bir ay daha rahatım oh be.
Bu arada bu yazının başlığındaki sorunun cevabını bilen arkadaşlar (Çoban senden umutluyum) kaleye mum diksin. Bu lüzumsuz malumata hakim olamadığım için kendimi pek eksik hissediyorum.
03 Eylül 2007
kördüğüm
Konu derin, dal dal bitmez. İsteğim de yok. Ama pek çok sorunun bundan kaynaklandığının da farkındayım. Ah ne kadar istiyorum bir süre sessiz durabilmek, susmak, kıpırdamamak, kimseleri görmemek, durgun suda kararsızca yüzen bir dal parçası gibi hiçbir şeyle meşgul olmaksızın, meşgul olmak zorunluluğu duymaksızın kendi içimde dolanmak dolanmak dolanmak… Böyle kararsız ve amaçsız sürüklenirken bir gün yavaşça aydınlanmak, düşünmüş, halletmiş ve kabullenmiş olarak. Ah mümkün mü… Cevabını beklemediğim bir soru.
Öyle uzak ki yerim/Uzakları aşıyor/Bütün özlediklerim/Benden ayrı yaşıyor/Ya her şeyim ya hiçim /Sorma dünyam ne biçim/Bir kördüğüm ki içim/Çözdükçe dolaşıyor
KÖRDÜĞÜM Söz: Şevket Rado / Müzik: Hümeyra
25 Temmuz 2007
homo sapiens işadamicus
bu "iki kişiden biri" kim hakikaten?
24 Temmuz 2007
dönüş ve cips sorunsalı
Neden kendimi tatilden dönmüş bir enerji bombası veya huzuru bulmuş bir ermiş gibi hissetmiyorum diye düşünüp duruyorum sabahtan beri. Bu tatil pek de öyle eskisi gibi ikimizin beraber yeni yerlere gidip, sakinleşip, gündelik hayattan koptuğumuz bir tatile benzemedi bir kere. Daha çok kalabalık ve keşmekeşle dolu, ayakları uzatıp sakinleşilemeyen, hep başkalarının düzenine tabi kalınan, orada geçirilmesi zorunlu bir zaman dilimine benzedi. Bunun yarattığı hayal kırıklığı da birbirimize bilenmemize ve öfkeyi çıkaracak kimse olmaması nedeniyle birbirimize patlamamıza yol açtı. Sorun ufaklıkla beraber tatil yapmakta değildi, onunla geçirdiğimiz uyku dışındaki zamanında çok eğlendik, kumlarda sularda oynaması, akşamüstü gezmeleri, keşfetmekten duyduğu heyecanı izlemek için bile yorgunluğa değer. Ama anladım ki bizim de tatile ihtiyacımız varmış. Yaramazın kumda oynamasını istiyorum ama sürekli peşinde dolanmak gerekiyor ve kumda sigara içip izmaritini kumlara atan, bas bas bağırmadan konuşmayı beceremeyen tiplere tahammül edemiyorum mesela. Anneanne ve dedeyle vakit geçirmek güzel, onlarla olalım ama yazlık komşu ve ahbaplarıyla mecburen akşam yemekleri yemek, herkesin evinde olup biten her olayı (o geldi bu gitti, kız şurada işe girdi, oğlan ev aldı, kuzen doğum yaptı, bilmem ne şunu dedi) vıdı vıdı birbirine anlatması bizi sıkıyor. Neyse insan bir kaç sene tatil yapmazsa ölmez herhalde. Sadece eskiden en sevdiğim tatil zamanı Eylül’dü, kumdan nefret ederdim, gitmeyi en sevdiğim yerlerse ıssız olanlardı. Şimdi kum plajda 0-10 yaş arası bir çocuk ordusunun içinde Temmuz sıcağında kumdan yapış yapış bir biçimde dibime şezlongunu dayamış suratıma sigara üfleyen kokoş kadına bakıp “bak işte o bile uzanmış beğenmediğin kitabını okuyor” diye hayıflanıyorum.
Neyse ki bir adet P.D. James polisiyesi bitirdim (An Unsuitable Job For A Woman), pek hoştu. Aslında alelade bir polisiyeydi işte, kadının üslubu olmasa sıkardı. Hoş olan kitabı bir aydan kısa bir sürede bitirmiş olmak. Gururluyum.
*******
Geri döndüğümüzde yan komşumuzun bitmek bilmeyen inşaatının sonunda bittiğini ve sitemize eşi benzeri görülmemiş mimari şaheserler kattığını gördük. Ön tarafa günün hiçbir saati güneş gelmeyen bahçesine dev bir pergola yaptırarak içine spotlar gömmüş. Dikkatinizi çekerim: spot! Bahçede… İlaveten 3x4 ebadındaki bahçesine yaptığı garip peyzaj düzenlemesine kondurduğu ayakta duran kız, ördek, tavşan, kaplumbağa heykellerinin arasına dev yeşil ışıklar yerleştirdi ve 5. sınıf kır gazinosu imajı tamamlandı. Bitmedi! Aynı bahçeye kahvehanelerde örneği görülen duvara monte televizyon altlığı ve üzerine bir adet televizyon yerleştirdi. Sakin ve yeşil bir bahçede insan televizyon arar tabii. İhtiyaç. Ön balkonuna bir kafes astı ve üzerine plastik (yazıyla: plastik) bir sarmaşık ve yine plastik sarı güllerden bir aranjman yaptı ki herkes görsün. Ay bayılıciim. Bitmedi. Evin hatun kişisi hemencecik elinde bir tabakla yetişti, börek yapmış bizim ufaklık yer diye getirmiş. Sosisli, sucuklu ve salamlı ayıptır söylemesi. Şimdi kadıncağız kibarlık etmiş mendebur olmanın alemi yok ama ben bunun hangisini vereyim 17 aylık bebeğe? Bir yandan da 3 yaşındaki oğlunun tatilde sürekli baharatlı cips yemesi sonucu alerji olduğunu ve bu nedenle erken döndüklerini anlattı. Geçmiş olsun dedim uzatmadım şimdi ayaküstü kendisine çocuklara ne yedirmemek lazım konulu bir kısa film çekmenin alemi yoktu. Ben uzatmamak için azami çaba gösterirken beni oturmaya beklediğini belirtti derhal. İçim kan ağlayarak “inşallah siz hele bir yerleşin de eberek güberek” diyerek sohbeti noktaladım. Annecim ya! İstemiyorum ben o kitch müzesine oturmaya gitmek falan, sosis ve sucuk da ağzıma sürmem. Şimdi esas problem o tabak boş geri verilmez, annemden öyle görmedik, ben napıcam?
03 Temmuz 2007
tatil tatiiil


27 Haziran 2007
fiidbek riport
Bizim şirkette insan kaynaklarında çalışan bir zat-ı muhterem ile ilgili değerlendirme notu hazırlamam gerekiyor. Bu zat esas olarak iş alım işleriyle meşgul olan, tahminimce 25’inden büyük 29’undan küçük bir hanım kızımız. Kendisiyle ilgili içimden geçenleri Amerikalıların dediği gibi politically correct bir biçimde ifade edemeyeceğim için tahmin ediyorum kendime saklamak zorunda kalacağım düşüncelerimi şöyle özetlemek istiyorum:
1. Bu arkadaş biraz angut. Kendisinden yapması istenilen şeyi bir defada asla anlamıyor. Kaldı ki insan kaynakları departmanında çalışan bir kişiden istenebilecek en kompleks “task” ne olabilir, meydan okumalara açığım. Şu adayların formlarını bul, şu adamı ara şunu de, görüşmeye gelen teklif verilecek kişilerle ilgili şöyle bir liste hazırla minvalinde işler istenmekte kendisinden. Ona iyi izahat vererek istediğim şeyi bir seferde alabilmek için çok çalıştım, bu uğraşlar neticesinde kendisinde bir arpa boyu ilerleme olmadı ancak ben daha sabırlı bir insan oldum. Yalnız küfretmek gibi fena bir alışkanlık geliştirdim (tabii ki kendi kendime).
2. Bu arkadaş aynı zamanda Türkçe konuşup yazamıyor. Özellikle yazdığı mesajlarda ne dediğini anlamak için mesajı en az iki kere okumak gerekiyor. Mesela kendi icat ettiği bir kalıp var: “değerlendirmelerinize göre hareket ediyor olacağım” “yarın bunları takip ediyor olacağım-bilmem ne ediyor olacağım”. Bu nece ya? Sen nece konuşuyorsun, Türkçede böyle bir anlatım yok! Biri söylesin artık buna bu gerçeği. Başka incilerine: “sizlerin zaman planlamasına ihtiyacımız var”, “hayırlı olsun dilerim”, “corporate görünümlü”, “hard-working bir duruşu var” örnek gösterilebilir. Ayrıca kendisinin “bununla beraber”in nerede ve nasıl kullanılacağı konusunda en ufak bir fikri yok, ilave etmek istediği her şey için bununla beraber lafını kullanıyor, cümle bitiyor ve kalakalıyorum “ne demek istedi şimdi bu?” diye. Ayy bi de şey var şey “değerlendirmelerinize göre ilerliyor olacağım”, bu benim favorim. Patla e mi!
3. Bu arkadaş oldukça yavaş. Bizim bölümde en deneyimsiz elemanların bir saat içinde yapıp toparlayabileceği bir iş için kendisini iki gün beklemek zorunda kalıyoruz. Sorulduğunda da hiçbir hicap duymuyor, “yapıyorum yapıyorum akşama vericem” diyor. Asla sorulara direk cevap vermiyor, bahaneler üretiyor ama birinci maddede belirttiğim nedenden (angutluğundan dolayı) bahaneleri karşı tarafça yenmiyor.
Özetle, bu arkadaş angut, dilimizi konuşamayan ve de beceriksiz biri. Saygılarımla.
Oh beee. Blogun gözünü seveyim. Şimdi rahatladım.
taş kafa
bu sabah sabahın 8'inde termometre 30 dereceyi gördü. salaklık bundan da mütevellit olabilir.
24 Mayıs 2007
aynısından
bizim evin karşısındaki daire de biz evi aldıktan kısa bir süre sonra satıldı. sevindik çünkü içinde oturan kiracı karısını dövdüğü tescilli, genelde sarhoş gezen ve de istanbul'un bu mutena semtinde muhtelif kalın insanların oturduğu güvenlikli falanlı filanlı bir sitede uluorta silah çekmiş ve de ne hikmetse kimsenin bişeycik demediği bir adamdı. ben gerçi kendisine delici bakışlar atarak oğlumun 50 metre yakınından geçerse neler olabileceği konusunda göz dağı vermeye çalıştım, artık anladıysa...her neyse, bu tuhaf aile taşındı ve yeni ev sahipleri arzı endam ettiler. şimdi burada kısa bir geri dönüş yaparak bizim eve taşınmadan önce yaklaşık iki ay kadar içinde inşaat dekorasyon yaptırdığımızı söylemem lazım. nitekim siteye verdiğimiz rahatsızlığın bende yarattığı mahcubiyet nedeniyle yarın üst katta oturan iki ev hanımının da hoşgeldiniz bahanesiyle kahveye gelmelerine razı olduğumu, bu nedenle de halen kara kara düşündüğümü de belirtmek isterim. velhasıl bu inşaat dekorasyon faaliyeti civarda öyle bir merak uyandırdı ki ev şantiye halindeyken herhalde sitenin yarısı gezdi (türk insanındaki lüzumsuz merak da apayrı bir forum konusu). ev şantiyelikten çıkıp da biraz adama dönünce artık evin showroom gibi gezilmesini yasakladık tabii ancak karşı komşumuz "ben de sizin adamlara yaptırıcam" diye direk konuya girerek biz evde yokken şantiye şefi arkadaşla evi bol bol gezmiş. bir müddet sonra yine bir oldu bittiye getirerek biz evde yokken karısını da almış ve evi gezdirmiş. bu aşamada koca kişisi konuya mesleki açıdan yaklaşarak "boşver nolacak hem bizim çocuklara da iş çıkar, komşumuz olacaklar bu kadar negatif olma, gidenler kalsa daha mı iyiydi" çizgisinde gitti. neyse dedik herhalde yeterince gezdi ve tatmin oldu. onların ev de boşaldı ve inşaata başlama günleri geldi, bunlar bir gün yanlarında uygulama ekibi yine kapıda. bıdır da bıdır da biz mutfak duvarındaki bilmem ne ölçüsünü nasıl yaptınız ona bi bakcaktık da kusura bakmayın ay çok rahatsız ettik de bıdır bıdır yine allem edip kallem edip eve daldılar. dalmalarıyla adam karısına (ki kendisine "ilknur hanım" diye hitap ediyor) "ilknur hanım bak ben bu kapıları çok beğendim aynısından yaptıracam, renk de çok güzel", "ilknur hanım bak bu duvardaki sıva güzelmiş biz de aynısından yaptıralım beğendin mi?" "sizin bahçedeki ahşapların ayısından yaptırıcam bi de sizin mutfağın camının aynısından yaptırıcam" şeklinde beyanda bulunmaya başladı. adamın ve karısının tiplerini de tarif edeyim ki içiniz açılsın. adamın saçların üstü açık (kel yani), ense ise uzun ve abanoz gibi siyah (yani boya), hep çizgili gömlekler giyiyor ve göbekli. nece olduğunu çözemediğim bir aksanla konuşuyor. kadın ise kendisinden oldukça genç, dip boyası gelmiş bir sarışın, hafta sonu gündüz vakti benim düğün makyajıma benzer bir makyaj ve 10 cm uzunluğunda küpelerle geziyor (bendeki bu ukala şekilciliğin hayatta bir zararını görmediğimi, bilakis pek faydalı kararlarımı bu özelliğim sayesinde aldığımı belirtmeyi bir borç bilirim). bu sevimli çiftin 9 ve 4.5 yaşlarında iki de yaramaz oğulları varmış ay aman çoook sevindik (benim çocuğum var diye dünyadaki bütün çocukları bağrıma basacak değilim). allahtan kadının dekorasyon zevki ile bizimki arasında önemli zıtlıklar varmış da, evde aynsından olsun istemediği şeyler kaldı, yoksa eşyaların da aynılarından sipariş edecekler diye korktum bir ara. kendimi bu kadar zor tuttuğumu hatırlamıyorum. hayvan herif, sen gelip de "aynısından yaptıracam" de diye mi biz gecelerce bilgisayar başında proje çalışıp, kataloglardan malzeme seçip, ustalarla cebelleşip sinir sahibi olduk! madem bu kadar görgüsüz ve zevksizsin bari çaktırmadan yap.
önümüzdeki günler çok feci gerilimlere gebe. ben bunlara kılım abi. çekemiycem valla.
15 Mayıs 2007
bitirdi beni bu velet

ne bileyim, bıktım herhalde biraz. hep böyle olur bana zaten. hiç sevdiğim bir özelliğim değildir tabi bu maymun iştahlılık. heves de geçiverdi mi elime yapışır herşey, kesnlikle yapamam. ama malzeme birikti bir yandan da, hatta birikenlerden artık tedavülden kalkanlar dahi oldu. bir yerden başlayayım bari yazmaya.
01 Mayıs 2007
genel gidişat
aslında önemsiz bir mevzu sonuç olarak, hele de ülkede işler buralara tırmanmışken. ne gazeteleri elime alasım var (zaten artık tavırları ve tavırsızlıkları burnumuza kadar gelen şu klasik gazeteleri almaktan vazgeçtik) ne de televizyondan takip edesim. dün (1 Mayıs'ta) "madem öyle görürsünüz siz" tavrıyla uygulanan sıkıyönetim provası her şeyin üstüne tuz biber ekti. bırakın öğrencilere yapılanları, yoldan geçen işine gücüne gitmeye çalışan insanların uğradığı faşistçe zulüm, şehrin keyfi olarak kilitlenerek resmen suratımıza suratımıza sopa sallanması hala bu adamların istifa etmesine-görevden alınmasına yetmiyor. velhasıl pek çok kişinin olduğu gibi bizim ev halkının da canı sıkkın.
yarından itibaren bizim şirketin işe alım görüşmeleri başlıyor, ben de orada görevliyim. günlerdir başvuru-özgeçmiş okumaktan beynim sulandı. sınav kağıdı okuyan hocalara allah kafa ve sabır versin. hafif hafif orta yaş kıvamında bir hal tavır içine girdiğimin farkındayım ama bu yeni nesil de bir hoş azizim. işe başvuru formu bu kadar mı özensiz doldurulur. sorulara bu kadar mı okumadan rastgele cevaplar yazılır. ben de bu şirkete aynı formu doldurarak girmiş idim zamanında, o zamanlar elimizde form bir kaç gün okulun kantininde oturup ne yazsam nasıl yazsam diye uzun uzun düşünürdük. keçileri kaçan arkadaşım bilir mesela.
yağmur da ne güzel yağdı dün akşam ve bu sabah. bahçeye ektiğimiz çim tohumları başlarını çıkardılar yeşil yeşil, çok sevinçliyim. fırında kabaran keke bakar gibi gidip gidip cılız yeşil başlarını seyrediyorum. şöyle sımsıkı gür bir çim örtüsü olsun istiyorum ki ufaklığı top gibi yuvarlayalım üstünde.
oldu madem. bugünlük bu kadar yetsin.
10 Nisan 2007
bahane çok
arayı çok açtım doğru, aslında biraz da yazmaya ara vermek istedim galiba. neyse bu uzun bir konu. bir ara irdeleyeceğim ama şimdi değil. zira öyle bir "yap"lar listem var ki bugün, geceyarısına kadar çalışsam ancak biter. Bu "yap"lar listesi lafını lugatıma katan sefkili eşime de buralarda işi dahi olmamasına rağmen teşekkür etmeyi borç bilirim. senelerce şuursuz şuursuz to-do diyip gezdim ortalıklarda.
14 Mart 2007
bu koca evrende yalnız olamayız
Ajan Mulder, Ajan Scully, görev başına!
13 Mart 2007
bir canavar yetişiyor

25 Şubat 2007
...

Aslında sadece biraz mola istiyorum. Bi durun n’olur ya, bana bir müddet izin verin.
22 Şubat 2007
iyi ki doğdun miniğim
16 Şubat 2007
eczanelere ne oldu böyle?
07 Şubat 2007
misafircilik
18 Ocak 2007
muhasebe
öyle işte. fişten faturadan hislenmek de bana has bi tuhaflık herhalde...
11 Ocak 2007
8 saat kesintisiz uyku kaybettiğinizde kıymeti anlaşılan harika bi şeydir
çocuk doğduğunda önce "hele ilk kırk gün bi geçsin her şey güzel olacak" yalanı atılır. nekahat dönemindeki yeni anneyi rahatlatmak lazım tabii, pembe yalan diyelim buna. kırk gün boyunca sürekli melek gibi uyuyan yavrunun feci gaz sancıları başlamıştır. sonra ilk üç ay bitsin her şey güzel olacak derler. ilk üç ay geçer. uyku ve emme düzensizliği tavana vurmuştur. ilk altı ay bitsin katı gıdaya başlasın mışıl mışıl uyuyacak derler. altı ay biter. değişen şeyler olmuştur tabii ama düzen nerede düzen? uykuya dalma nasıl öğretiliyor, sabaha kadar yüz kere uyanmayı ne zaman bırakacak, dişler kaşınıyor biteviye... artık yeni bir hedef vardır annenin önünde: 9 ay. 9. ay biter, iki-üç diş çıkmıştır ancak esaslı dişler sona kalmış meğer, bitmez diş çıkarma semptomları bir türlü, üstelik bu gece uyanmaları neden azalmıyor yav? "e, bir yaşını geçsin bi canım, sonra düzeliyo". artık yemezler. biliyorum. bir yaşından sonra da 1.5 yaşına bi gelsin diycekler, sonra 2 yaş buhranları başlayacak, sonra 3 yaş kreş mreş uyum süreci, sonra okul sonra da ergenlik geldi işte. bittik biz. evlenip çoluğa çocuğa karışsa da bi uyusak.