25 Temmuz 2007

homo sapiens işadamicus

yazlıktaki plajda üç beş masa bi modem koyup dandik bir "wireless point" yapmışlar, 40'larındaki göbekli gevrek gevrek gülen amcam sarı mayosu ve diz üstü bilgisayarıyla wireless point'te (yesinler) habire bi borsa takip etmeler bi acayip işim var ben çok fena iş adamıyım havaları falan. tamam dedik önce, salak ama zararsız. takılsın işte oyuncak yapmışlar ona. seçimden bir hafta önce falandı kendisi annemlere "aa ama borsa ve ekonomi çok şahane, neden karşısınız siz bu partiye, ben anlamıyor?" tadında küçük aklınca propaganda da yapmış. öğrendik ki habire borsada oynayıp çok güzel paralar kazanıyormuş. afiyet olsun, gözümüz yok da, kimsiniz siz hakikaten? nerede ve hangi gerçeklikte yaşıyorsunuz? hadi çöken eğitim sisteminin eseri kayıp kuşakları da bir yerde anlıyorum, bir anlatan olmamış ki onlara, ama sizin yaşta bu ülkede bu kadar şeyi görmüş, wireless point'lerden çıkmayan insanlar, gazetelerin televizyonların, işin ucu bir yerden çıkarına dokunanların çevirdiği bu ucuz filmi göremiyor, çözemiyor musunuz? her şey çok şahaneymiş, böyle devam etsinmiş. allah allah?
bu "iki kişiden biri" kim hakikaten?

24 Temmuz 2007

dönüş ve cips sorunsalı

Cuma günü döndük. Döndükten sonra Cumartesi günü dinlendim. Velet bey tatil yaptı biz de kafasını gözünü yarmasın diye peşinde dolandık. Buna rağmen başında düşme sonucu, göz kapağında çarpma sonucu morluklar, yüzünde çizikler gibi benzeri travma izleriyle dolandı tatil boyunca. Sosyal hizmetler gelip çocuğu bizden alacaklar diye korkuyorum (vakti zamanında çok Amerikan filmi izledim beynim sulandı, bizde nerede öyle sosyal hizmetler mizmetler, peh). Dönüşte evi ve bakıcı ablasını pek özlemişti, onu zıplayarak, kahkahalar atarak karşıladı, buradan da anladık ki öyle ota boka (afedersiniz) kafayı takmayalım, aralarında böyle bir sevgi varsa çocuğa iyi bakıyordur.

Neden kendimi tatilden dönmüş bir enerji bombası veya huzuru bulmuş bir ermiş gibi hissetmiyorum diye düşünüp duruyorum sabahtan beri. Bu tatil pek de öyle eskisi gibi ikimizin beraber yeni yerlere gidip, sakinleşip, gündelik hayattan koptuğumuz bir tatile benzemedi bir kere. Daha çok kalabalık ve keşmekeşle dolu, ayakları uzatıp sakinleşilemeyen, hep başkalarının düzenine tabi kalınan, orada geçirilmesi zorunlu bir zaman dilimine benzedi. Bunun yarattığı hayal kırıklığı da birbirimize bilenmemize ve öfkeyi çıkaracak kimse olmaması nedeniyle birbirimize patlamamıza yol açtı. Sorun ufaklıkla beraber tatil yapmakta değildi, onunla geçirdiğimiz uyku dışındaki zamanında çok eğlendik, kumlarda sularda oynaması, akşamüstü gezmeleri, keşfetmekten duyduğu heyecanı izlemek için bile yorgunluğa değer. Ama anladım ki bizim de tatile ihtiyacımız varmış. Yaramazın kumda oynamasını istiyorum ama sürekli peşinde dolanmak gerekiyor ve kumda sigara içip izmaritini kumlara atan, bas bas bağırmadan konuşmayı beceremeyen tiplere tahammül edemiyorum mesela. Anneanne ve dedeyle vakit geçirmek güzel, onlarla olalım ama yazlık komşu ve ahbaplarıyla mecburen akşam yemekleri yemek, herkesin evinde olup biten her olayı (o geldi bu gitti, kız şurada işe girdi, oğlan ev aldı, kuzen doğum yaptı, bilmem ne şunu dedi) vıdı vıdı birbirine anlatması bizi sıkıyor. Neyse insan bir kaç sene tatil yapmazsa ölmez herhalde. Sadece eskiden en sevdiğim tatil zamanı Eylül’dü, kumdan nefret ederdim, gitmeyi en sevdiğim yerlerse ıssız olanlardı. Şimdi kum plajda 0-10 yaş arası bir çocuk ordusunun içinde Temmuz sıcağında kumdan yapış yapış bir biçimde dibime şezlongunu dayamış suratıma sigara üfleyen kokoş kadına bakıp “bak işte o bile uzanmış beğenmediğin kitabını okuyor” diye hayıflanıyorum.

Neyse ki bir adet P.D. James polisiyesi bitirdim (An Unsuitable Job For A Woman), pek hoştu. Aslında alelade bir polisiyeydi işte, kadının üslubu olmasa sıkardı. Hoş olan kitabı bir aydan kısa bir sürede bitirmiş olmak. Gururluyum.

*******

Geri döndüğümüzde yan komşumuzun bitmek bilmeyen inşaatının sonunda bittiğini ve sitemize eşi benzeri görülmemiş mimari şaheserler kattığını gördük. Ön tarafa günün hiçbir saati güneş gelmeyen bahçesine dev bir pergola yaptırarak içine spotlar gömmüş. Dikkatinizi çekerim: spot! Bahçede… İlaveten 3x4 ebadındaki bahçesine yaptığı garip peyzaj düzenlemesine kondurduğu ayakta duran kız, ördek, tavşan, kaplumbağa heykellerinin arasına dev yeşil ışıklar yerleştirdi ve 5. sınıf kır gazinosu imajı tamamlandı. Bitmedi! Aynı bahçeye kahvehanelerde örneği görülen duvara monte televizyon altlığı ve üzerine bir adet televizyon yerleştirdi. Sakin ve yeşil bir bahçede insan televizyon arar tabii. İhtiyaç. Ön balkonuna bir kafes astı ve üzerine plastik (yazıyla: plastik) bir sarmaşık ve yine plastik sarı güllerden bir aranjman yaptı ki herkes görsün. Ay bayılıciim. Bitmedi. Evin hatun kişisi hemencecik elinde bir tabakla yetişti, börek yapmış bizim ufaklık yer diye getirmiş. Sosisli, sucuklu ve salamlı ayıptır söylemesi. Şimdi kadıncağız kibarlık etmiş mendebur olmanın alemi yok ama ben bunun hangisini vereyim 17 aylık bebeğe? Bir yandan da 3 yaşındaki oğlunun tatilde sürekli baharatlı cips yemesi sonucu alerji olduğunu ve bu nedenle erken döndüklerini anlattı. Geçmiş olsun dedim uzatmadım şimdi ayaküstü kendisine çocuklara ne yedirmemek lazım konulu bir kısa film çekmenin alemi yoktu. Ben uzatmamak için azami çaba gösterirken beni oturmaya beklediğini belirtti derhal. İçim kan ağlayarak “inşallah siz hele bir yerleşin de eberek güberek” diyerek sohbeti noktaladım. Annecim ya! İstemiyorum ben o kitch müzesine oturmaya gitmek falan, sosis ve sucuk da ağzıma sürmem. Şimdi esas problem o tabak boş geri verilmez, annemden öyle görmedik, ben napıcam?

03 Temmuz 2007

tatil tatiiil






küçük canavarım bir su kuşu. hamileyken suda fazla kalmama bağlıyor annem ama bence onu göbeği düştüğünden beri her gün (bazen günde iki üç defa) suyla haşır neşir ediyoruz, banyo, bebek havuzu, ne varsa. her geçen gün daha da su seviyor. hele bu sıcaklar onun suya karşı olan ilgisini iyice artırdı. sabahları yataktan havvu havvu (havuz) diye kalkıyor bazen. sitedeki havuza soktuk, önce ona biraz soğuk geldi biraz mızıldandı. ikinci girişinde çıkmak bilmedi. şimdi yatakta sırtüstü yatarken nasıl ayaklarını çırptığını, sonra kollarını nasıl bıcı bıcı yaptığını gösteriyor ve sürekli işaret parmağı "ordular ilk hedefiniz akdenizdir!" şeklinde havvu havvu diye havuzu gösteriyor. bir de şişme havuzu var ki onun içinden çıkmak bilmiyor. dünyanın en önemli işini yapar gibi ördekleri oradan oraya taşıyor, şapır şupur sulara vuruyor. yani demem o ki bu veledin artık denize girmesi şart oldu. biz de kendisini perşembe günü onu çılgınlar gibi özlemiş olan anneanne ve dedenin yazlığına götürüyoruz. kendimizi de götürüyoruz tabii aksesuar olarak ama esas beklenen misafir küçük beydir, açık açık söylenmesine az kaldı. haftalardır onun kumsalda kova-kürek-kamyon üçlüsüyle nasıl oynayacağını, sudaki minik balıklara nasıl çıldıracağını, plaj şemsiyeleri ve şezlonglara kafayı nasıl takacağını hayal edip duruyorum. henüz kendim için bir şey tasarlamış veya hazırlamış değilim, eskiden hangi kitapları okuyacağımı bir ay öncesinden falan seçer yüzme hayallerine de bir o kadar erkenden başlardım. heyhat. henüz organize edemediğim kütüphanemden okuyamadığım yüzlerce kitaptan bir kaç tane atacağım işte çantaya rastgele.



epey bir süre yazamayacağım, en azından sayfa güzel dursun diye ufaklığın pazar günü boğazda gerçekleştirmiş olduğu kahvaltı sefasından iki kare ekledim. ilk fotoğrafta arkada duran amcaya çok kıllandı yok yere. neden huysuzlandı anlamadık. sonradan söz konusu amca tepeden masasına toz dökülmesi sebebiyle (ki salaş bir çay bahçesine gelmiş pazar kahvaltısı yapıyordu işte, kendini four seasons'ta zannetti herhade) "vergi numaranızı verin, sizi şikayet ediciim! pazar günümü zehir ettiniz" diye uzattı da uzattı. aman be amca, hayat kısa, senin pazar günün bundan zehir oluyorsa...ohooo!




velhasıl. sonbahara görüşürüz...demek isterdim ama topu topu iki hafta yokuz. kendinize mukayyet olun.