16 Ekim 2007

tatilden döndüm yorgunum

















Dönüş eziyetini saymazsak gayet hoş günler geçirdik bayram tatilinde. Altınoluk’u ve Kaz Dağları’nı seviyorum. O yöreyi toptan pek seviyorum. Hava daima güzel. Ilımanlık değil kastettiğim, hava insana daima iyi hissettiriyor, günün her saati, her ısı derecesinde. İstanbul öyle midir ama, sıcaksa ölümüne sıcak ve nemli, soğuksa ayazdır. Kış akşamları is kokar yazın da egzoz.
İpek gibi havanın dışında bizi babaannenin nefis yemekleri ve dedenin elinde ne varsa onunla yaptığı tasarım harikaları ağaç fırıldakları da bekliyordu. Malzemeler eski bira tenekeleri, yoğurt kapları, hurdaya çıkmış şemsiye sapı, sürpriz yumurtanın plastiği, mandal parçası, ceviz kabuğu, çikolata ambalajı, eski püskü kartonlar, plastikler, düşünmeden çöpe atılabilecek her şey. Dedenin elinde onlar artık kuş, balık ve pervane olmuş dağdan ve denizden esen rüzgara göre bir o yana dönüyorlar bir bu yana. Onlar dönerken ben çöpe attığım tüm malzemeler için üzülüyorum. Bence insanlar ikiye ayrılır, eski bir rakı şişesi kutusuna saksı gözüyle bakanlar ve bakamayanlar. Korkarım ben bakamayanlardanım. Şehir hayatından mı, tüketim ve bolluktan mı suçu kime atsam bilemedim.
Bahçedeki (ve etraftaki) turuncu ve mor çiçekleri, yasemini, küçük karanfilleri, zeytin ve çam ağaçlarını da anmadan geçmek olmaz. Zaten zeytin sevgimiz gözümüz öyle kör etti ki fidanlığın birinden “amca İstanbul’da olur di mi bu?” diye boynumuzu bükerek bir zeytin fidanı alıp geldik. Gemlik tipiymiş, olurmuş. Belli olmaz, göreceğiz. Aklımıza estiği için uğradığımız Assos’taki öğrenci grubuna bakıp ah gençlik gitti elden diye hayıflanmamı da anlatmak isterim. Kitabını birasını alan sahile inmiş, bir kısmı iki üç kafa dengiyle bitmek bilmeyen bir sohbete dalmış, fonda yumuşak rock parçaları çalıyor, güneş şahane batıyor ve HENÜZ 20 YAŞINDASIN! Çok acı (benim için)…

Fotoğrafları ekledim kendimce ama Picasa falan yükleyemedim. Biliyorum çok kötü görünüyor. Artık affola.

2 yorum:

kecilerin cobani dedi ki...

hic kotu gorunmuyo bi kere. ustelik ilk fotografina da hastayim.
raki sisesi kartonu ne ya, pardon. kutusu? neyin sisenin kutusu mu olii?
bak ben gecen gun kucuk bir pet su sisesinin altini makasla kesip ahtapot yaptim denizle. nasi ama. (hayir, maalesef, anaokulundan ogrendigim bi zımbırtı)
olcak mı dersin zeytin.
aaaah kazdaalari aah... simdi nasil hic bilmiyorum en son 15 sene once gittigime de inanamiyorum. ama korkuyorum gitmeye.. hmmpffff

jasmingreentea dedi ki...

yav bööle rakı şişesinin kartonumsu kutuları oluyo ya, çok gıcır materyallerden karton diyip geçmemek lazım. işte onların üst kenarından üç yerinden falan delip asarsan sarkan saksı olabiliyo içine de sarkan bişeyler dikiliyo, "tekirdağ" yazısından sarkan arapsaçı mesela.. zeytini geçen kış dikseydik kesin tutardı zira antalya gibi bir kış geçirdi istanbul neredeyse sadece pardesü giydik. ama bu kış mevsim normalleri hüküm sürecekmiş galiba. yine de gemlik tipi soğuğa dayanıklı diyorlar.
kazdağları hala güzel. aşağı sahile doğru bakmazsan tabii. kıyılar laz müteahhitlerin elinde rezil rüsva olmuş da, dağ hala güzel.