30 Eylül 2006

münasebetsiz

şişli'deki ekolojik ürün pazarındayız. amanın kırmızı biberler, tam bugday makarnası falan diye gözüm dönmüşken birden bi gürültü koptu. 5. sınıf bi hoparlörden bangır bangır "sevvvgilii şişlililleeeerrr! sayın başşkanımızzzz mıstafaaaa sarıgüüüül, hede hödö yapmıştır, pazarımıza gelmiştiiiir! aman da ne kutlu bi gündür bugüün!" gibi bi kıyamet koptu. geçen haftaki gitar çalan sarışın-bohem-rastalı-gavur ablanın türkçe, ingilizce, bilmemnece, kocanın iddia ettiğine göre biri de kürtçe olan tıngır mıngır şarkılarından sonra bu hafta da şööle güzel bi mim gösterisi falan beklentisi içindeydim, ne de olsa organik pazar boru değil, ama heyhat. değerli büyüğümüz yanında bir lacili amcalar (MIB) ordusu ve epeyce basın mensubuyla tam da domates almayı planladığım tezgahın önünü tıkadı. üstelik minnak oğlum böyle anlamsız gürültüleri sevmediğini de belli etti. beni şaşırtan halkın sayın başkanla kaynaşma arzusuydu "ay sayın başkanım ben size mail atmıştım da ondan sonra ben sizi çok aradım da ulaşamadım da" karar veremedim saflıktan mı (iyi niyetten ölücem) başka bi saik mi bu insanlardaki başşkanına illa ki bi kendini gösterme isteği. ben olsam şöyle derdim kendisine hani içimden önlenemez bi kendisiyle sohbet etme isteği yükselseydi : "sayın başşkanım, şişli ilçesinde yapılan her nevi inşaatın sorumlusundan en bi yüksek rütbeli çalışanlarınız tarafından dilenci gibi alenen uluorta "para ver bana para para para, daha da ver bu yetmez yine ver" şeklinde rüşvet istenmektedir, hiç kulağınıza geldi mi acabağ?".
haa bu arada telefonu ettim ama ulaşamadım görüşeceğim kişiye. bana müstehak. çek iki gün daha karın ağrısı.

29 Eylül 2006

napıcam ben ya!

Kariyer mi çocuk mu? Bu sorunun cevabı tabii ki kariyerden de çocuktan de anladığınıza göre değişir. Benim her ikisine de yüklediğim anlamlara ve kafamda oluşturduğum modele göre olmaz kardeşim. İkisi biraradaysa birinden biri olmaz. Ben tabii biraz rahatsız bi kişiliğim. Son 4-5 aydır bitmek bilmeyen vıdı vıdı vıdı off nassı olcak öyle mi olacak böyle mi olacak, şu olmasın bu olmasın, böyle de olmasın, hayatım çok zor hezeyanlarımdan melek kocamı resmen bunalttım (hadi abartmayalım meleğimsi diyelim). İlk başlarda koşulsuz gaz veriyodu, tamam istifa et arkandayım diye. Sonra baktı olmuyo, işle beraber de yürütebilirsin dünyada ilk çalışan kadın sen misin bi şekilde hallederiz merak etme demeye başladı. Ama hehe rahatsız kişiliği bu da tatmin etmedi, olaylar gelişti, bu sefer naparsan yap kararı ben vermiycem sen vericeksin demeye başladı ki o noktada anladım: benim bir karar vermem gerekiyordu! Meleğimsi bunu benim için yapmayacaktı. Hatta o kadar kararlıydı ki bu hususta artık fikrini bile söylememeyi tercih ediyordu. E ben de naaptım, aklımca bi karar verdim, ki benim kararlarım öyle vermekle verilmez, daima ertesi gün dönülür, buna rağmen, gittim işyerimle konuştum. Bütün cesaretimi topladım dedim ki: ben artık hayatıma yeni bi yön vermek istiyorum, çocuğuma vakit ayırmak istiyorum, geberene kadar çalışmak istemiyorum ama bi miktar çalışmak istiyorum, o yüzden bir süre haftada üç gün gelsem ben? Sonra da artık daha hafif bi iş alsam? dedim.
El cevap: önce sessizlik, sonra emin misin (işimi zorlaştırmayın), bi bakalım bişeyler ayarlayabilecek miyiz gibi bi süre kazanma taktiği... Ama artık yumurta kapıda beni bekliyo, bugün onları aramam lazım. Ve fakat korkudan ölüyorum. Ariyim ama di mi, korkunun ecele faydası yok. Bugün ariyim di mi, nolur biri bişi söylesin, şunu yap desin yapıcam (ki yalan, meleğimsi üç gündür ara diyor mesela, neyi bekliyorsam).
Bi telefon ediyim gelicem.

izah ediyim

Okuyacak kimse olmasa da sürekli birşeyler yazma alışkanlığım 9 sene önce sona ermişti, öyle bıçakla kesilmiş gibi. Pek çok nedeni vardı tabii bu yazmama tercihinin, çok gerilerde kaldı şimdi onlar, lakin bu bağımlılığımın bitmesi bende başka arazlara yol açtı. Kendini bilmez oldum mesela, ki büyük bir laf farkındayım, sonra dünyayla ve insanlarla başetme yeteneğimde önemli bir gerileme yaşadım, bu da büyük laf evet, en önemlisi de iyi konuşabilir, iyi yazabilir ve iyi okurdum, bu özelliklerim köreldi. Kelimeler nankör gibi bir klişenin arkasına sığınayım hadi, her birini ayrı sevdiğim ama artık kullanmadığım nadide kelimelerim beni bırakıp bırakıp gittiler. Geriye kaldı gündelikler, basmakalıplar, içeriksizler. Eskiden bazen sırf içinde geçen bir sözcük için bir yazarın cümlesini ya da bir şiiri yazıp çalışma masamın karşısına raptiyeler, günler günler boyu kafamı kaldırır onu okur ve sarhoş olurdum. Özlüyorum şöyle tadına vararak iyi bir şiir okumayı, güzel bir cümleyi gün boyunca yanımda gezdirip ağzımın içinde yavaş yavaş eriterek yediğim çikolata gibi azar azar hazmetmeyi.
Her neyse işte temel olarak bu yüzden yeniden niyet ettim karalamalar yapmaya, paylaşma derdim pek yok, sadece yazarak anlatabilmeyi ve derinlere inmeyi özledim. Buradan accayip deriiin bi insan olduğum sonucu ortaya çıkmasın tabii, kendimi yazarak daha iyi anlayabiliyorum sadece, başkalarının muhakkak anlamasına ve tanımasına değer biri olduğumu da düşündüğümden değil. "İnsan neden blog yazar?" üzerine "insan neden günlük yazar?"dan daha farklı bir tartışma çıkar, ikisi aynı şey değil şüphesiz. Blog "birileri yazdıklarımı görsün ama tanımadığım birileri olsun bunlar" özünde ama günlük, "belki bir gün sadece bir kişiye veririm bunları, ondan da emin değilim" bana göre.
Aslında bu kadar sıkıcı biri değilim. Yalnız uzatabiliyorum bazen, evet evet, babamda da var bu huy, kalıtsal.

28 Eylül 2006

bi de başarsaydım

az kaldı oldu olacak..ha gayret!

başladık da niye...

geç kalınmış bir başlangıç. amaan neyse gittiği yere kadar (motivasyon paçalarımdan akıyor her zamanki gibi).
biraz karıştırayım da ne nasılmış, uzun uzun yazarım yine.