30 Ekim 2006

sarı yeşil

Döndük. Hangi birinden başlasam acaba? İki bebekli ailenin trajikomik uzun yol hikayelerini mi (çorba yedi, yemedi, meyve yedi, ıslak mendiiil, kaşığı attı, oyuncağı, bezi, bilmem nesi offf-ikinci çocukta rahatlanıyor di mi?), Susurluk'ta Ulusoy'un kurduğu Amerikan tarzı kocaman tesis cumhuriyetini mi (Türklerde de abartmanın sınırı yok ama uzun yolda Starbucks iyi bişeymiş, sanki anamızın karnından kahve zincirleriyle doğduk), Balıkesir'den sonra değişiveren iklimin yumuşaklığını, bitki örtüsünün ton zenginliğini mi, Havran'da başlayan sarı-yeşil tabelaları görünce çocuk gibi sevinmemizi mi... Gidiş yolu neşeliydi tatil daha da neşeli.. Mangalı yak, balıkları asma yaprağına sar, oğlanı uyut, domatesler nasıl da kırmızı, biber bahçeden, bu zeytinyağı ne güzel, aa bulut geldi denizin rengine bak, Midilli ne tarafta, bahçede mi uyusak balkonda mı, hadi veletler uyandı dağa çıkalım, adaçayı içelim, biz ne zaman emekli olup buraya yerleşicez, uzayıp gider.
Güney beldelerimizdeki metrekareye düşen hırt sayısı Altınoluk civarında pek düşük. Esnaf her ne kadar bayramda biz de yolumuzu bulalım mantığını öğrenmişse de daha o kadar olmamışlar, yani Bodrum falan yanında gözyaşları içinde kalır. Bugüne dek her gidişimizde burada yaşamak ne güzel olurdu demeden ayrıldığım olmadı, fakat ilk defa bu gidişimizde farkettim ki aslında orası da küçük bir kasaba işte ve genç olsam, yani üniversitede falan, cennet dahi olsa sığamazdım herhalde. Kendimi liseden mezun olmak üzere, hayatında ne yapacağına karar vermeye çalışan birinin yerine koydum iskelenin oradaki çay bahçesinde otururken, gelen geçene baktım, oradan ilk fırsatta kaçmak isteyebileceğimi hissettim ilk defa. Ne diye oturup böyle tuhaf şeyler düşündüm bilmiyorum. Yalnız şöyle bir enstantane ile karşılaştık onu anlatmadan geçemeyeceğim, Şahinderesi'nin denize aktığı yerde, denizden 250 metre falan içeride dere kıyısında yüksek ağaçların gölgelediği çakıl taşlı düzlük bir alan var. Oradan arabayla geçerken gördüğümüz kazları oğluma gösterelim diye durduk. Derenin karşı kıyısında su kenarına taşların üzerine bağdaş kurmuş iki liseli açmışlar kitaplarını, başları ellerinin arasında, yaprak hışırtıları ve kazların sesi eşliğinde arada durup berrak suya dalıp giderek okuyorlar, sakin sakin konuşuyorlar, takılıyorlardı işte. Belki onlar da kaçıp gitmek, herkesin herkesi tanıdığı küçük şehirden kurtulup, büyük şehirde kaybolmak istiyorlardı, ama ben onları kıskandım bir an için, daha doğrusu yaşadıkları o an için. Genç olmak zaten huzursuz birşey çünkü, huzur mekanları sanki daha kıymetli gençken.
Sonra döndük işte, feribottan in, ise gir, ertesi gün yağmur karanlık. Allahtan biraz domates falan getirdik.

Hiç yorum yok: