04 Ekim 2006

geri sayım

erkek egemen ülkenin erkek egemen (yani düşünce olarak, sayı olarak değil) bi şirketinden ne kadar havalı olursa olsun ne bekliyordum? bebeğimi de ihmal etmeden sadece daha az bir vakit ayırarak da çalışılabileceğini falan ummuştum. oysa cevap "ne gerek var? çocuk büyür bi şekilde" oldu. açıkçası reddedilmeyi bekliyordum da daha sofistike bi cevap bekliyordum. hani o bizim işe alım günlerinde falan bahsetmeyi pek sevdiğimiz "flexible", "work life balance gözeten" şirketimize n'oldu? üst düzey yönetimde kadın anlayışı eksikliği bu kim ne derse desin. yani ingilizce konuşmakla (daha doğrusu artık türkçe konuşamamakla) ingiliz olunmuyor ağalar, anlayış meselesi.
hüzünlü bir geri sayım başladı benim için. haftaya pazartesi iş başı. 7 aydır en fazla 2-3 saat ayrıldığım oğlumdan sabah ayrılıp onu ancak akşam karanlık çöktükten sonra görebileceğimi düşündükçe içim buruluyor. akşamları kucağımda uyuturken uykuya dalıverdiği o büyülü anda kokusunu içime çekip gözyaşlarımı da tutmuyorum bir süredir, görmüyor nasılsa. işte benim yerim burası diyor yüzü, annemin yanı...
hiç özlemedim çalışmayı, evet ne var bunda. budalası değilim o hırsın, ikiyüzlülüklerin, tahammül sınırlarında gezinen günlerin. hep aynı saçmalıkların konuşulduğu öğle yemeklerinin, bir dirhem bile ilerlemeyen anlayışların. hayretle karşılanıyor eminim iş arkadaşlarım tarafından bu tavrım, bir deneyin demek istiyorum onlara, bir deneyin bakalım bu hırsı hayatın odağından çıkarmayı, ne kadar güzelleşiveriyor dünya birden. bizim şirkette bu kadar uzun bir izin kullanan tarihte ilk kadın benim herhalde, buna rağmen doyamadım oğluma. epeyce birikmiş yıllık iznim vardı, hamileyim diye kıramadılar herhalde beni. pek çok kadın evde yorulduğu ve sıkıldığı için işi özleyerek dönüyor bizde. üstelik kimse de benim gibi kendi başına bakmıyor çocuğuna.
kendi başına bakmak... aslında hedeflediğim 3-4 ay bu şekilde götürüp sonrasında bir yardımcı bulmaktı. bulduk da. ancak çeşitli talihsiz olaylar sonucu kısa bir süre içinde bakıcısız kaldık. biz de idare ettik bunca zaman, en sonunda geçen hafta yeni birini bulduk. bakıcı bulmak konusu apayrı bir trajikomik olaylar silsilesi, bi gün enerjim yeterse yazarım. oğluma kendim bakarken hayatımda hiçbir dönem fiziksel ve ruhsal olarak bu kadar yorulmamıştım. ama yine de hala başka bir kadının bütün gün oğlumla oynayıp vakit geçirmesindense kendim bakarım. ev işleri için biri olsa fena olmaz tabii, yalan söylemeyeyim.
gelecek hafta ikimiz için de çok zor geçeceğe benziyor. süt sağabilecek miyim (tabii ki ofiste bunun için düşünülmüş bi ortam yok), uyuyacak mı ben olmadan, huysuzlanacak mı, onu bırakıp gittim mi zannedecek, akşam geldiğimde artık çok yorulmuş olacak, uzayıp gidiyor endişelerimin listesi. ben de gittiği iş seyahatlerinden fantastik oyuncaklar taşıyınca çocuğuyla "kaliteli zaman" geçirdiğini sanan o beyaz yakalı kadınlardan mı olacağım? kabus gibi.
kim bilir kaç milyon kadın geçmiştir buralardan. ilk benim mi başıma geliyor yani. herşeyi bir felakete dönüştürmekte de üstüme yoktur.

1 yorum:

celerone dedi ki...

Aksine, felakete dönüştüren siz değilsiniz bence. Olayları çıplaklığıyla görmek, doğru değerlendirmek, hayatta aslında neyin gerçek olduğunu hatırlamak yığınlar tarafından tuhaflık olarak adlandırılsa da...Ancak çatışma şurada, öyle bir sistemin parçasıyız ki çocuğunuzun büyüdüğünü izleyebilmek için ödemeniz gereken bedel gerçekten ciddi. Bu seçimi yapabilme gücü sadece size kalmış olmuyor o zamanda.

Selamlar