24 Şubat 2010

4 yaş- namı diğer trouble two's

Doğuma altı gün kaldı. “Üniversite sınavı gibi, bir tuhaf” dedi geçenlerde oğlanın okuldan bir arkadaşının annesi sezaryen doğum için. Öyle gerçekten de, doğa dışı bir durum. Ne yapalım mecburiyetten. İlk doğumda sezaryen olmam gerektiğini doktor doğuma bir hafta kala söylemişti. “Erken söyleyince annede gerginlik yapıyor” demişti, beni çözmüş en azından, diğer anneleri bilemem. Normal doğuma takmıştım kafayı. Pek bir üzülmüştüm. Hala atamamışım üzerimden sezaryen nedeniyle eksiklenmeyi, sorduklarında “ama ben mecburen....” falan diye gerekli gereksiz açıklamaya çalışıyorum. Kime neyse. Velhasıl kimseye de tavsiye etmem, matah bir şey değil bu sezaryen.

Oğlanla aramız pek iyi değil bu aralar, daha doğrusu bağrış çığırışsız günümüz geçmiyor. 4. yaşta da 2 yaş benzeri bir ruh hali geliyor anladığım kadarıyla. Benim ruh halim de pek sabit değil. Hemen sinirleniveriyorum ki çocuk sahibi insanın artık 4. senesinde sinirlenmemeyi, en azından kendini frenlemeyi öğrenmiş olması gerekir. “Text book approach”a hâkimiz Allaha şükür de, ben dengeli bir şekilde bu kuralları uygulayamıyorum. Velet efendi de hiç az değil. Gözlerinin içinden okunuyor beni sinirlendirmekten zevk aldığı. Mesela hiç iştah, yemek yeme sorunu olmamışken bunca zaman (o korkunç bebek çorbalarını hapır hupur yerdi) bu sene sofrada davranış sorunları baş gösterdi. Derdi yemek yemekle değil aslında sofrada doğru durmakla. Okulda nasıl iyi yiyor inanamıyoruz, öğretmenlerin söylediğine göre yemeği bir an önce bitirip derdi etraftakilere bulaşmakmış. Lahana, karnıbahar, ıspanak hepsi bitiyor. Bazılarından iki tabak yiyor ki evde herhalde sadece makarnanın ikincisini istemiştir, o da kırk yılda bir. Temel problemimiz kurallara meydan okuma. Nasıl oldu ne yaptık da böyle oldu bilmiyorum, biri bir telden diğeri başka telden çalan veya ilgisiz ebeveynler değiliz, epeyce de kural var evimizde. Kötü davranışı ödüllendiren iyisini de görmezden gelen bir halimiz yok (kitaptan teyit edildi). Çoğu zaman sınırlarımı test ediyor daha ne kadar ileriye gidebileceğini görmek için. Sakin kalmayı başardığım zamanlar da oluyor kendimi tebrik ediyorum o zamanlarda, ama 4 yaşında bir velede bas bas bağırdığım da çok oluyor maalesef. Herhalde (umuyorum) 3 yaşında doğru kendiliğinden geçen 2 yaş halleri gibi bu da bir süre sonra geçecek, biraz o biraz ben törpüleneceğiz. Ya da bir profesyonele görüneceğiz en sonunda (sanırım önce ben gitsem daha iyi olacak).

Profesyonel demişken ilk pedagog tecrübemiz tam bir felaketti. O zamanki doktoruna sorup tavsiye ettiği birine gitmiştik. Nasıl steril bir tipti anlatamam. Oğlan 2 yaşındaydı. Üst üste bakıcı değiştirdiğimiz bir dönemdi, ben ondan daha fazla etkilenmiştim (yine söylüyorum bazen anne-babanın profesyonele gitmesine daha çok ihtiyaç olabiliyor). Pedagog hanım çocuğun yanında pat diye ondan 3. tekil şahıs şeklinde bahsederek ve onu hiç konuya dahil etmeyerek hatta odada yok sayıp bir eşya gibi dandik bir oyun masasına oturtup mevzuya girmişti. Bana oldukça yapay gelmişti bu durum, hatta ortamda ondan bahsedildiği çok açık olan her şeyin farkında bir çocuğu dışlayarak bu konuyu görüşmek beni rahatsız etmişti ama bir bildiği var herhal diyerek ses etmemiştim. E bittabi bizim kuduruk 10-15 dakika sonra odadaki yavan ortamdan bunalıp pedagogun masasının üzerindeki kalemleri ve diğer ıvır zıvırı merak etti ve kurcalamaya hamle etti. Pedagog oldukça sakin ama aslında soğuk bir tavırla onu bloke etmeye çalıştı ama yer mi bizimki, yılmadı tabii ki. O sıkıcı minik odada hem konudan hem ortamdan çok sıkılmıştı bir kere. Birkaç hamleden sonra kadının masada duran yarım ve soğumuş kahvesini döküverdi. Hasar önemsizdi, bir iki boş kâğıt ıslandı bir de içinde sadece kırtasiye malzemesi olan bir çekmeceye ve döşemeye biraz kahve döküldü. Amanın sanki çocuk yüzyıllık bir el yazmasına asit borik döktü, o anda kilitlendik, bütün iş güç bırakıldı ortam temizlendi, odadan çıkıldı bir temizlik görevlisi araştırıldı, yaklaşık 15 dakika döşemeyi silecek bir görevli bulunmasına harcandı. Leke kalıyormuş döşemede (hastane döşemesi bu arada, nadide bir ipek halıdan bahsetmiyoruz). Ben zaten o anda koptum, bu obsesif pedagogdan ne hayır gelecek bırak yav diyerek konuyu kapadım, zaten işe yarar bir konuşma da olmamıştı. Ondan sonra bir daha teşebbüs etmedik pedagoglara falan. Eminim bu bizim tecrübemizdir çok daha iyileri vardır, bazen bir bilenden duymak istediğim çok şey oluyor ama güvenebileceğim birini bulmak da beni pek düşündürüyor. Aslında çocukları biraz kendi hallerine bırakmak gerektiğini düşünmüyor da değilim. Evet evet, en iyisi ben gideyim bir kafa doktoruna…

İki veya daha fazla çocuğu olan herkesin söz birliği etmişçesine söylediği şey: “ikinciler kolay büyüyor”. İlkinden esaslı bir dayak yedikten sonra ikinci acıtmıyor herhalde. Yoksa çocuk dediğin kolay büyür mü? Atıyorlar.

23 Şubat 2010

küçük deniz kızı

Yaşımı aldıkça annemden ergenlikte duyduğum ve bana afakanlar bastıran lafları söyler hale geldiğimi fark ediyorum. Hayatta hiç büyük konuşmamak lazım (bu laf da onlardan biri). Oysa ergen vakitlerde mühim olan “büyük” konuşabilmekti. Büyük konuşamadıktan sonra konuşma daha iyiydi. Halbuki ne zaman büyük konuşsam hep sonradan yedim o lafları ben.

Gençliğin uzun bir döneminde, ne evlenirim ne de çocuk sahibi olurum derdim. Çocuklara karşı özel bir sevgim bile yoktu. Neye karşı vardı ki zaten, velhasıl duygusal olarak çalkantılı idi epey benim gençlik yılları. Gün oldu devran döndü, karşıma biri çıktı, dört sene çıkmamış gibi yaptım, en sonunda bir an geldi ki daha fazla direnemedik ikimiz de. Tanıştıktan beş sene sonra birbirimizi sevdiğimizi anladık, 7-8 ay sonra da evlendik (jetonlu telefonlar vardı eskiden hala var mı ki?). Olacağı varsa olsun diye girdim bu evlilik işine ama iyi ki girmişim herhalde uzun uzun düşünsem taşınsam vazgeçer ve yanlış karar verirdim. Çocuk sahibi olma isteği ise kendini gümbür gümbür hissettirdi. Yaklaşık dört sene önce oğlum doğdu. O doğduktan sonra da “ikinci çocuk mu, olacak iş değil, nasıl yetişirim, oğlum kadar sevip ilgilenebilir miyim, ilgilenemeyeceksem ne diye doğurayım, olacak iş değil, aman bi dursun..” deyip durdum. Ama bir gün geldi ki aynen oğlumu istediğim zamanki gibi içimde bir ses “bir bebek daha istiyorum, olmazsa sanki hayat bomboş kalacak” demeye başladı. Biz de sanki istemek bitirmenin yarısıymış gibi her bir şeyi boş verip (sağlık, vakitsizlik, bakabilir miyiz kaygısı) aldık ikinci çocuk kararını. İlki kadar kolay olmadı, şeker hastalığı ilk zamanlardaki gibi kolay zapturapt altına giremedi, bir sene geçti nihayetinde doktorumdan izin alabilmemiz için ve bu yaz bir minik kız yola çıktı. Şimdi doğumuna tam 1 hafta kala “ben nasıl iki çocuklu bir kadın olacağım?” gibi düşünceler aldı beni. Öte yandan büyük bir sabırsızlık da var bir an önce kucağıma alıp koklamak için.

İkici çocuğun hamileliği ilkine benzemiyor(muş). Başından sonuna zordu, beni mahvetti. Kız çocuk sahibi olmak da oğlan çocuğu sahibi olmaktan daha zor olacak herhalde. Zaten ben öteden beri es kaza huyu suyu bana benzer diye kız yerine oğlan olsun isterdim. Kendime benzeyen bir kızla uğraşmak beni korkutuyor ne yalan söyleyeyim. Üstelik bir kız çocuğuna da iyi rol modeli olabilir miyim ondan da emin değilim. Mesela hiç düzenli tertipli bir tip değilimdir. Bir arkadaşımın dediği gibi kılık kıyafet, bakım işlerine “ihtiyaca binaen” (yani yumurta kapıya dayanınca) girerim ve hayatımı da hiç güzel organize edemem. Yani şimdi beni örnek alırsa ileride kesin beni suçlar bu kız. 4 yaşındaki abisinin küçük kıza nasıl alışacağını, ona yardımcı olup olamayacağımı da merak ediyorum. Bu da baş etmesi ve altından kalkması gereken bir durum olacak.

Bebek eşyaları da pek tatlı, unutmuşum. Şimdi biraz uyumaya gideceğim. Gelecek haftadan itibaren yeniden zombi günler beni bekliyor.