18 Ekim 2007

beceremedim

ben bu part time işini beceremedim. yani istediğim gibi beceremedim. boş perşembe-cuma günlerimi ziyan edip duruyorum tamamen kontrolü kaybettim. nasıl oluyor peki bu ziyan? Pazartesi-Salı-Çarşamba zaten iş münasebetiyle ışık hızıyla geçiyor. benim ev işleri maratonum Çarşamba akşamı pazara gitmekle başlıyor. perşembe günü sabah en azından rahat bir kahvaltı yapabiliyorum. markete gitmek gerekiyor her hafta. bu işi haftasonuna bıraksam her şey daha da zorlaşıyor üçümüz bir arada. eve gel yerleştir yemek ye bıdıkla oyna derken yarım gün geçiveriyor. sonra ufaklık uyuyor ben biraz nefes alıyorum o arada da evde daima kendime yapılacak bir iş buluyorum. o iş bitene kadar oğluş uyanıyor ben de onu bırakıp bir yere gitmeye kıyamıyorum. veya bunların hiç biri o gün bir toplantı koyuyorlar gitmek zorunda kalıyorum. oysa ne hayallerim vardı. spor yapabilecektim, kafa dinleyebilecektim, bunları yaparken bol bol oğlumu görebilecektim. oysa fiilen ne oldu? 6 ay falan spor yapmak için gerçekten çabaladım. bir hafta düzgün yapabildiysen ertesi hafta bir şey çıktı. spor disiplinim vardır aslında benim. sabahın altısında kalkar yüzmeye gider idim ÇÖ (çocuktan önce). bir de sporu iş olsun diye yapmaktan hazetmem. yani gelişme görmek isterim nefeste, kaslarda. öyle bir hafta yap ertesi hafta bırak hoop baştan başla işi iyice hevesimi kırdı. madem adam gibi yapamıyorum yapabilene kadar yapmam ben de dedim komple bıraktım. sen sağ ben selamet. özetle kendim için yapmak istediğim hiç bir seyi yapamadım. üstelik işlerin asla yetişmemesi durumu var. tamam kariyeri yerim biliyoruz bunların hepsini bir ruh halim ve tavrım var ama bana ait olan bir işi de yarım yamalak yapmak içime oturuyor. hiç bir iş yetişmiyor, yetişen istediğim kalitede olmuyor, boş geçen günlerimde de harikalar yaratmıyorum açıkçası. çocuğuma da yetemiyorum ki. tamam belki onu arkadaşlarıma göre dahauzun süre görüyorum ama evde geçen günlerimde de sürekli onunla ilgilenemiyorum. sabahtan akşama onunla ilgilensem yorgunluktan pestilim çıkıyor, şekerim düşüyor, sinirleri tel tel gcık bir insan oluyorum. sonuçta o da 2 yaş sendromlarına giren, uyku ve yemek konusunu bizim ilgimizi çekmek için kullanan normal bir "çalışan anne çocuğu". ee, ne oldu şimdi sen yarı zamanlı çalıştın da?

kendimi aynı anda verimsiz (çalışan olarak), yetersiz (anne olarak), tembel (eş olarak) ve boş (insan olarak) hissediyorum ve bu beni üzüyor. bari birinden biri iyi olsun dedim ben de. aralık ayında yeniden tam zamanlı çalışmaya başlıyorum.

bittabii kariyer basamaklarındaki en büyük hedefim olan ev hanımlığı hayalim hala baki.

ha bi de işe başlamadan 6 aydır düzenleyemediğim kütüphaneyi düzenlemem lazım. yumurtanın kapıya dayanmasını bekliyordum da.

17 Ekim 2007

...

Aslında bu konuyu düşünmek dahi istemiyorum. Başımı kuma gömüp yokmuş gibi yapmak istiyorum, belki o zaman yok olur. Kabuslar gibi. Ama maalesef bunun bir rüya olmadığını ve para babalarının ağızlarında salya akıta akıta kollarını sıvadığını da biliyorum. Bunca insanın elinden bir şey gelmeyeceğini ve yine kazananın onlar olacağını... İçim kan ağlıyor.

Bu yeraltı zenginliği açgözlülüğü ne olacak? Bir yanda altın için ağaçlar, hayvanlar ve insanlar ölecek, öbür yanda petrol yüzünden bir sürü çocuk.

16 Ekim 2007

tatilden döndüm yorgunum

















Dönüş eziyetini saymazsak gayet hoş günler geçirdik bayram tatilinde. Altınoluk’u ve Kaz Dağları’nı seviyorum. O yöreyi toptan pek seviyorum. Hava daima güzel. Ilımanlık değil kastettiğim, hava insana daima iyi hissettiriyor, günün her saati, her ısı derecesinde. İstanbul öyle midir ama, sıcaksa ölümüne sıcak ve nemli, soğuksa ayazdır. Kış akşamları is kokar yazın da egzoz.
İpek gibi havanın dışında bizi babaannenin nefis yemekleri ve dedenin elinde ne varsa onunla yaptığı tasarım harikaları ağaç fırıldakları da bekliyordu. Malzemeler eski bira tenekeleri, yoğurt kapları, hurdaya çıkmış şemsiye sapı, sürpriz yumurtanın plastiği, mandal parçası, ceviz kabuğu, çikolata ambalajı, eski püskü kartonlar, plastikler, düşünmeden çöpe atılabilecek her şey. Dedenin elinde onlar artık kuş, balık ve pervane olmuş dağdan ve denizden esen rüzgara göre bir o yana dönüyorlar bir bu yana. Onlar dönerken ben çöpe attığım tüm malzemeler için üzülüyorum. Bence insanlar ikiye ayrılır, eski bir rakı şişesi kutusuna saksı gözüyle bakanlar ve bakamayanlar. Korkarım ben bakamayanlardanım. Şehir hayatından mı, tüketim ve bolluktan mı suçu kime atsam bilemedim.
Bahçedeki (ve etraftaki) turuncu ve mor çiçekleri, yasemini, küçük karanfilleri, zeytin ve çam ağaçlarını da anmadan geçmek olmaz. Zaten zeytin sevgimiz gözümüz öyle kör etti ki fidanlığın birinden “amca İstanbul’da olur di mi bu?” diye boynumuzu bükerek bir zeytin fidanı alıp geldik. Gemlik tipiymiş, olurmuş. Belli olmaz, göreceğiz. Aklımıza estiği için uğradığımız Assos’taki öğrenci grubuna bakıp ah gençlik gitti elden diye hayıflanmamı da anlatmak isterim. Kitabını birasını alan sahile inmiş, bir kısmı iki üç kafa dengiyle bitmek bilmeyen bir sohbete dalmış, fonda yumuşak rock parçaları çalıyor, güneş şahane batıyor ve HENÜZ 20 YAŞINDASIN! Çok acı (benim için)…

Fotoğrafları ekledim kendimce ama Picasa falan yükleyemedim. Biliyorum çok kötü görünüyor. Artık affola.

05 Ekim 2007

dadı - episode II

evet evet daha iyiyiz. özellikle de dört ayak üzerine düşerek oğluşa bakma fırsatını bir türlü bulamamış ilk bakıcımızı saat farkıyla kapabilmemiz (tabiri caizse) moralimizi düzeltti. bu hikaye de enteresan... bu hanım 50-55 yaşlarında çok hanımefendi, üç çocuk sahibi, giyimi kuşamı yerinde, Cumhuriyet okuyan, düzenli bir geliri olmayan ama (aileden) kendine ait evi ve arabası olan biri. esasen zamanında gayet hali vakti yerinde bir ailenin geliniymiş, kendi ailesi de öyleymiş ya, üniversite eğitimi almadan genç yaşta evlenmiş ve ev hanımlığı dışında bir işi olmamış uzun yıllar. çocuklar büyüdükten sonra eşinin işleri bozulmuş, sonra başka problemler falan derken boşanmışlar. çocukları gayet güzel meslek sahibi, kendisi de o kadar üretmek isteyen biri ki "ne yapabilirim?" diye düşünürken yapabildiği en iyi işin çocuk bakmak olduğun karar vermiş ve bu işin eğitimini de veren bir aracı şirket ile bu işe girmiş. okumuş, eğitimini ve işini ciddiye almış ve bana göre çok iyi bir "dadı" olmuş. velhasıl çok nevi şahsına münhasır birisi ancak öyle ajanslar vasıtasıyla falan iş aramıyor, içinden şöyle güvenebileceğim bir aile olsa ben onların bebeklerine baksam diye geçiriyor sadece. kızının çocukluk arkadaşı olan ve onlarla hala ailecek görüşen ofisten bir arkadaşımın da ben doğum yapınca aklına bizi bir araya getirmek geliyor. tamam hikaye buraya kadar şahane de biz bir araya geldikten çok kısa bir süre sonra (15-20 gün ya var ya yok) yurtdışında okuyan küçük kızının psikiyatrik bir rahatsızlığı nedeniyle işe ara vermek zorunda kalıyor. ben hala doğum izninde olduğum için tamam diyorum ve onu yaklaşık dört ay daha bekliyorum. dört ay sonra haberler iyi olmuyor malesef. İngiltere'ye kızının yanına gitmesi gerekiyor ve ben bakıcı standartım bu seviyedeyken yeni bir bakıcı bulmak zorunda kalıyorum. sonra tavsiyeyle gelen ve mecburen razı olunan abla da işte iki gün önce kovaladığımız tip. ondan kurtulmaya karar verdiğimiz gün sabah 10 gibi bu hanımı arıyorum dönmüş mü, neler yapıyor diye bir umut. meğer artık kızı iyiymiş, dönmüşler ve üç aydır yeni bir iş bakıyormuş. akşam için randevulaşıyoruz. ben aradıktan iki saat sonra ona bir başka tanıdıktan iş teklifi geliyor. benim verilmiş sözüm var diye reddediyor. the (happy) end. dün başladı. çok iyi bir oyun arkadaşı olduğu için ufaklık hemen alıştı. ne yalan söyleyeyim bana o kadar yanımızda çalışan biri gibi gelmiyor ki herhangi bir işi ezile büzüle istiyorum şimdilik, hatta çoğu zaman kalkıp kendim yapıyorum. herhalde alışacağım ben de oğluş gibi.
ha bu arada yol verilen ex-dadımız benim numaramı büyük bir pişkinlikle yeni başlamayı planladığı yere vermişti ya, oradan aradılar beni tabii. evdeki hesap çarşıya uymayınca dün gece ex abladan bir telefon geldi ki; zehir zemberek. bize çok hakları geçmiş, bizimse ona asla geçmemiş (boğaz tokluğuna çalıştı ya bir sene boyunca), işte o haklarını bana haram ediyormuş. bu arada ablası ile kızkardeşine de iş bulmuştum, kız kardeşini de tesadüfe bakın ki (çok benzer sebeplerden) aynı gün işten çıkarmışlar. bunun da sebebinin ben olduğumdan emin. ben bunu aklıma gelseydi bile yapmazdım ya, hadi benden bilsin. evet evet sonunda kötü biri oldum ben yaşasın!

04 Ekim 2007

dadı

çalışan ve çocuğuna bakması için bir "profesyonel" tutan kadınlardan bakıcısıyla sorun yaşamayan var mıdır? varsa bunların yüzdesi kaçtır? bu yüzde içine nasıl girilir? şans dışında bir faktör bilinmekte midir? bundan iki hafta önce ufaklığa tam bir senedir bakan ablasını bir sabah küt diye işten çıkaracağımızı söyleseler yok artık derdim herhalde. aslında her şey bu kadar da durup dururken olmadı tabii. kusurları vardı ama oğluşla iyi anlaşıyordu, onu seviyordu ve bazı şeylere de katlanmayı uygun görmüştük. mesela başından beri pasaklı ve pek de titiz olmayan bir tip olduğunu biliyorduk. gözümün önündeyken evin temizlik kurallarına uyuyor görünüyordu. ben de çok kıllanmıyordum. çünkü ablada daima vurguladığı bir dürüstlük ve lüzumsuz bir gururluyum havası vardı. lüzumsuz diyorum çünkü gurur "yakalanana kadar inkar et yalan söyle, köşey sıkışırsan da resti çek" değildir benim gözümde. sonun başlangıcı yeni taşındığımız eve kamera sistemi altyapısı kurdurmamızla başladı. aslında kamera sisteminin çıkış noktası bakıcı gözetlemek değildi. daha önce başımızdan geçen hırsızlık hikayeleri nedeniyle bu eve kamera, alarm, bilmem ne artık ne varsa koyduk. öyle bir niyetimiz olsa bu işi eski evde web cam'le çözmek çok da zor bir şey değildi. zaten kamera görüntülerini de 6 ayda topu topu 3-4 kere izledik. hay salak kafam keşke daha çok izleseymişim. ilk izlediğim zamanlarda evin içinde çocukla meşgul olmak dışında her şeyi yaptığını gördüğümde onu net bir şekilde uyardım ve ondan öncelikli olarak çocukla ilgilenmesini istediğimi, diğer bütün işlerin (iş dediğim de sadece yemek, temizlik falan yaptırmıyorum) tali olduğunu ve sadece o uyurken yapılması gerektiğini söyledim yetişmeyen her şey de kalabilidi hiç sorun değildi. bir süre bu dediklerime uyuyor gibi göründü. hatta bana özellikle böyle yaptığını da vurguluyordu akşamları günü anlatırken. hay salak kafam-2.. sen ne diye güveniyorsun ki, aç kamerayı izle. doğru mu söylüyor yalan mı... fakat ufak tefek huylarına gıcık olduğum için (örneğin musluğu şar şar açık bırakması, obez olduğu için sınır tanımaksızın tıkınması) izleyip de kendimi şişirmemek adına tekrar izlemedim. bi kere daha hay salak kafam diyebilir miyim? velhasıl uzun sözün kısası geçen hafta ben seyahatteyken evi dehşet dağınık ve derbeder bırakması ve oğlanın bir süredir sabahları kapı çaldığında sevinmemesi nedeniyle şüphelenip "ne yapıyor acaba" diye bir izleyelim dedik. gördüklerimiz hiç hoşumuza gitmedi. öncelikle ufaklık yine evde tek başına. biri bir odada diğeri ya mutfakta, ya 500 kere girmemesi gerektiği tembihlenen bizim banyoda (20-25 dakika banyoda ne yapar bir insan?), yemek yaparken yemeği karştırdığı kaşıkla bir yandan yiyor bir yandan karştırıyor, yoğurt kasesinden yiyor aynı kaşıkla çocuğun yoğudunu koyuyor, yemek yemek için tabak kullanmaya zahmet etmiyor ocağın üstünde duran tencerelerden yiyor, dolaptan su şişesini çıkarıyor kafasına dikip yerine koyuyor, ekmek makinesine içme suyu yerine musluk suyu koyuyor, salondaki dolapları karıştırıp çocuğun gözü önünde ondan saklanmış olan çikolataları tıkınıyor. say say bitmez. bir iğrençlik gösterisi. kan beynime sıçradı. sabaha kadar uyumadım resmen. sabah geldiğinde ilk iş sert bir uyarı oldu tabii ki, çoktan onu bırakıp yenisini bulmaya karar vermiştik de bu kalkıp önce inkar etmeye sonra da beğenmiyorsanız çıkarın başkasını bulun gibilerinden diklenmeye kalkmasın mı. bana en çok o gün ikimizin de bırakabileceği kimse olmadığı ve çok acil işleri olduğu için bu domuzla çocuğu bir gün daha bırakıp gitmek koydu. allahtan aynı gün evde temizlik vardı da yalnız değillerdi. aynı akşam güle güle dedik kendisine zaten. kendisi bu arada aynı gün içinde yine bizim siteden başka bir iş ayarlamış da telefonumu o kişilere vermiş beni arayacaklarmış. öfkem hala geçmedi. uzun süre de geçmeyecek gibi görünüyor. be hey salak, paraya ihtiyacın var madem, yediğin kaba ne diye pisliyorsun?
şu anda üzülmemeye çalışıyorum. çocuğa 3 yıl boyunca bakan kişiyi sabit tutamadık, çuvalladık napalım. böyle pis bir şekilde bakılmasındansa varsın bakıcısı değişsin. bir de buradan tüm anne olacak veya olmuş arkadaşlara tavsiye: evde kamera bulundurun. izlemeseniz bile bulunsun. demedi demeyin sonra.