27 Haziran 2007

fiidbek riport

Bizim şirkette insan kaynaklarında çalışan bir zat-ı muhterem ile ilgili değerlendirme notu hazırlamam gerekiyor. Bu zat esas olarak iş alım işleriyle meşgul olan, tahminimce 25’inden büyük 29’undan küçük bir hanım kızımız. Kendisiyle ilgili içimden geçenleri Amerikalıların dediği gibi politically correct bir biçimde ifade edemeyeceğim için tahmin ediyorum kendime saklamak zorunda kalacağım düşüncelerimi şöyle özetlemek istiyorum:

1. Bu arkadaş biraz angut. Kendisinden yapması istenilen şeyi bir defada asla anlamıyor. Kaldı ki insan kaynakları departmanında çalışan bir kişiden istenebilecek en kompleks “task” ne olabilir, meydan okumalara açığım. Şu adayların formlarını bul, şu adamı ara şunu de, görüşmeye gelen teklif verilecek kişilerle ilgili şöyle bir liste hazırla minvalinde işler istenmekte kendisinden. Ona iyi izahat vererek istediğim şeyi bir seferde alabilmek için çok çalıştım, bu uğraşlar neticesinde kendisinde bir arpa boyu ilerleme olmadı ancak ben daha sabırlı bir insan oldum. Yalnız küfretmek gibi fena bir alışkanlık geliştirdim (tabii ki kendi kendime).
2. Bu arkadaş aynı zamanda Türkçe konuşup yazamıyor. Özellikle yazdığı mesajlarda ne dediğini anlamak için mesajı en az iki kere okumak gerekiyor. Mesela kendi icat ettiği bir kalıp var: “değerlendirmelerinize göre hareket ediyor olacağım” “yarın bunları takip ediyor olacağım-bilmem ne ediyor olacağım”. Bu nece ya? Sen nece konuşuyorsun, Türkçede böyle bir anlatım yok! Biri söylesin artık buna bu gerçeği. Başka incilerine: “sizlerin zaman planlamasına ihtiyacımız var”, “hayırlı olsun dilerim”, “corporate görünümlü”, “hard-working bir duruşu var” örnek gösterilebilir. Ayrıca kendisinin “bununla beraber”in nerede ve nasıl kullanılacağı konusunda en ufak bir fikri yok, ilave etmek istediği her şey için bununla beraber lafını kullanıyor, cümle bitiyor ve kalakalıyorum “ne demek istedi şimdi bu?” diye. Ayy bi de şey var şey “değerlendirmelerinize göre ilerliyor olacağım”, bu benim favorim. Patla e mi!
3. Bu arkadaş oldukça yavaş. Bizim bölümde en deneyimsiz elemanların bir saat içinde yapıp toparlayabileceği bir iş için kendisini iki gün beklemek zorunda kalıyoruz. Sorulduğunda da hiçbir hicap duymuyor, “yapıyorum yapıyorum akşama vericem” diyor. Asla sorulara direk cevap vermiyor, bahaneler üretiyor ama birinci maddede belirttiğim nedenden (angutluğundan dolayı) bahaneleri karşı tarafça yenmiyor.

Özetle, bu arkadaş angut, dilimizi konuşamayan ve de beceriksiz biri. Saygılarımla.

Oh beee. Blogun gözünü seveyim. Şimdi rahatladım.

taş kafa

bir ayı devirdik yine. madem yazmıycan ne açtın bu blogu. bu iç sesle pek bir didişme halindeyiz son günlerde. her konuda bır bır bır. son vukuatım sonrası zaten iç sesin bağırtılarından kulaklarım çınlamakta. dün ufak çaplı bir kafa travması yaşadım. hem de öğle yemeğinde bir arkadaşın yaptığı bir espriye gülerken nasıl başardıysam (tekrar prova etmek istemiyorum) kafamı masaya çarptım. çarpmamla beraber belgesellerde bile değil sadece çizgi filmlerde görülebilecek hızda ve şekilde bir yumru bitiverdi alnımın ortasında! bir saniye içinde şişti alnım. buz tuttuk. az birşey indi. utancımdan mı öleyim kafamın acısına mı yanayım yoksa ölen beyin hücrelerim sonrasında bundan daha salak nasıl olabilirim acaba diye mi düşüneyim oradan oraya savruldum bir nevi. kafamda bir kayısı ile ofise döndüm. akşam evde eser miktarda sevecenlikle karışık bi de azar yedim doktora gitmedim diye. böylelikle evliliğin aşkı öldürmüş olduğu da bilimsel olarak ispatlanmış oldu. kırgınım. kafam şiş. kendimi salak hissediyorum. başım da ağrıyor. kendimi salak hissediyorum demiş miydim. hayır yani delikanlılığı feci bozan bişey gülerken kafayı yarmak. iç ses bi sus ya.
bu sabah sabahın 8'inde termometre 30 dereceyi gördü. salaklık bundan da mütevellit olabilir.